Yasir Yurtoğlu: Oyuncak Bebekler ve Dönüşüm
- Zeynep Timur
- 8 Oca
- 7 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 23 Oca
Lokal Sanatçılar Serisi Vol.1
Ankara merkezli multidispliner bir sanatçı olan Yasir Yurtoğlu ile bu söyleşiyi yapmaya giderken ne beklemem gerektiğini bilmiyordum açıkçası. Kendisini sadece birkaç kez sosyal ortamlarda görmüş ve evine geldiğim bir gün çalışmalarına göz atma fırsatı bulmuştum. İlk bakışta “karamsar” olarak betimleyebileceğim bu çalışmaların Yasir’den çıktığını görmek beni şaşırtmıştı. 6 saatlik sohbetimizin sonucunda bu şaşkınlık, ilham ve umuda dönüştü. Bu yazıda Yasir'i anlatacağım, ancak objektif olamayacağımı belirtmek isterim. Hayranlık ve takdirle karışan hislerimle, kendi perspektifimden Yasir’in sanata yaklaşımı, yaratıcı süreci ve motivasyonlarından bahsedeceğim sizlere.

“Hep bireysel yaşantımdan yola çıkarım.” diyor Yasir, sanata yaklaşımını anlatırken. Çubuk’ta doğup “16 yıl boyunca bir fanusta” yaşayan Yasir’in çalışmalarının kaynağı buradan alıyor. Özelden genele giden çalışmalarıyla sanatında kişisel olan, toplumsal bir bağlamda da anlam buluyor. Sanatı, sadece kendini ifade etmenin değil, aynı zamanda bu coğrafyada kuir varoluşun ve hayatta kalmanın bir aracı.
Mücadele ve direniş gibi terimler sıkça kullanılsa da, konuşmalarımız sırasında Yasir’in eserlerinde benim gördüğüm temel tema, dönüşüm. O, deneyimlediği travmaları, kimliği yüzünden çevresi tarafından yöneltilen nefreti ve şiddeti bambaşka bir şeye dönüştürüyor. Bu dönüşüm, onun sanatını sadece estetik boyutta değil, aynı zamanda varoluşsal bir boyutta anlamlı kılıyor. Bu anlam “Öğle Yemeği” çalışmasında gözlemlenebiliyor:
Yasir Yurtğlu, Öğle Yemeği, 2022
Bir enstalasyon çalışması olan “Öğle Yemeği”nde, küflenmiş yemek atıkları, oyuncak bebek parçaları ve plastik tabaklardan oluşan havada duran bir sofra görüyoruz. Oyuncak bebekler, kuir kimliğin temel imgelerinden biri olarak basit bir cümlede açıkça bağdaştırılıyor: “Gayler ve oyuncak bebekleri.” Küçükken oynamak istedikleri, ancak “erkek” oldukları için toplumun onlara yasakladığı bu oyuncaklar, kuir bireylerin kendini ifade etme arzusu ve bastırılmış kimlikleriyle güçlü bir bağ kuruyor.
Yasir’in çok katmanlı alt metinler barındıran çalışmalarından bu eserinde özellikle dikkat çekmek istediğim nokta, inorganik ve organik maddelerle varoluş mücadelesini nasıl sergilediği. Ailesiyle kendini soyutlayarak oturduğu sofradaki yemekler çürüyor ve yok oluyor, ama plastik bebekler her zaman var oluyor.
“Bu bir mücadele.” diyor Yasir. Kuir olmak ve bunun mücadelesi her zaman vardı, var olmaya da devam edecek. Ancak nefret, anlayışsızlık ve cehalet bir gün yok olacak ve ardında sadece kötü bir koku bırakacak.
Biçimsel olarak bakıldığında tatsız bir his uyandıran bu görsel, bağlam içinde bir direniş ve umut hikayesine dönüşüyor benim için. İlk başta bahsettiğim şaşkınlık hissi de tam olarak bu çalışmayla birlikte şekillenmeye başlıyor.
Yaratıcı Süreç ve Resim Öncesi
Rollo May, “İnsanın yaratıcı bir süreç içinde kendisinin bilincine vararak tekrar bulması”nın önemini belirtir. Bu önem, Yasir’in yaratıcı sürecinde rahatça gözlemlenebiliyor. Yasir, sanatını ikiye ayırıyor: pre-painting ve painting. Pre-painting, resim öncesi demek olsa da, o daha resim olmayan çalışmalarını böyle adlandırıyor. Eskiz değil, çünkü bir eskize göre çok daha uzun uğraşılmış; ama resim de değil, çünkü alt metin gibi eksik ögelere sahip. Bu aşama, serbest çağrışımlara ve spontan üretime dayanıyor. “Kafamdaki resmi bitirip doğrudan başlarsam, istediğim sonuca çok zor ulaşırım ve müthiş bir hayal kırıklığına uğrarım. Buna uğramamak için pre-painting yapıyorum,” diyor.
Pre-painting süreci, bir nevi zihinsel arınma gibi. Yasir, bu süreçte bilinçaltını boşaltıyor, düşüncelerini serbest bırakıyor. Ve bu sayede yaratıcı süreçteki en büyük engellerden birini çözümlemiş oluyor: mükemmeliyetçilik. “Kafandaki kurguladığın resim ne kadar mükemmelse, o kadar büyük hayal kırıklığına uğruyorsun. Çünkü hiçbir zaman kafandakinin birebir aynısını yapamazsın.” Yasir, bu engeli, süreçteki değişimleri ve farklılıkları birer potansiyel olarak görmekle aşıyor. Ona göre, “Bu farklılıkları hata olarak yorumlamak, aslında kendi emeğine saygısızlık.”
Yasir Yurtğlu, Kendi Kendime Kalamıyorum, 2024
Performans Sanatları ve Kaygı
Hacettepe Üniversitesi’nde resim mezunu olan Yasir, sanat yolculuğunu performans sanatıyla çeşitlendirmiş. Bunun nedenini sorduğumda, sanat kaygısını şu cümlelerle özetliyor:
“Benim kaygım tamamen çalışmalarımın alt metni. Fikirler orada önemli. Sadece biçimsel olarak yaklaşabilirdim, ama bunu yapamıyorum. Konuşmam lazım, anlatmam lazım, insanların yorumlaması lazım.”
Yasir, resimlerinin yaşadığı yerde ve insanlar arasında yeterince yankı bulmadığını fark etmiş. “Hocalarım, kuir arkadaşlarım, entelektüel çevrem zaten bu alt metni anlayabiliyordu. Ancak yaşadığım yerde, insanların resme bakışı sadece estetik düzeydeydi. Bir direniş unsuru olarak yeterince çarpmıyordu.” Bu yüzden sanatı, yerelde bir etki yaratabilmek ve istediği kitleye ulaşabilmek adına performansa evrilmiş. Tam olarak ne yaptığını anlamadıklarını biliyor ama “Dur bir dakika, bu da ne?” dedirtmek bile ona yetiyor.
Çubuk ve Tüketmek
Konuşmalarımız sırasında beni düşündüren bir diğer unsur, Yasir’in doğduğu ve 16 yıl boyunca yaşadığı Çubuk’la olan ilişkisiydi. “Çubuk Çayında Yürümek” çalışmasında ve Unite’da açtığı “Kendi Kendime Kalamıyorum” sergisindeki işlerinde de Çubuk’u görmek mümkün. Birçok çalışmasının bulunduğu sergide performans gösterisinde bulunan Yasir, taş yünü ve cam kırıklarıyla Çubuk çayından getirdiği suyla kendini yıkıyor.
Yasir Yurtoğlu,Çubuk Çayında Yürümek, 2022
“Sanatta ben meseleyi uzayda aramıyorum.” diye başlıyor. “Ben Çubuk’u deneyimledim. Ben Çubuk’ta arıyorum.”
Deneyimlediği olumsuz olayların merkezi olan Çubuk’tan kaçmaması beni çok etkiliyor. Herhangi bir şiddet ve nefret yönlendiren bir yerden kaçma isteği, insanın kendisini korumak için evrimleşen bir dürtüyken, Yasir fiziksel olarak orada olmasa bile, Çubuk’un onda kalmasına izin veriyor. İzin vermekle sanatında hayat buluyor. Çubuk’ta yaşadığı baskılar, nefret dolu deneyimler ve kişisel travmalar, çalışmalarında anlam buluyor.
“Dile gelen şifa alır,” diye açıklamaya başlıyor. “Kafamın içerisinde tuttukça orayla ilgili düşüncelerimi. Bu bana zarar veriyor. Üretmeme engel oluyor, hiçbir şey yapamaz hale geliyorum.”
O zaman anlamaya başlıyorum. Çubuk’tan kaçmaması, onu anlamaya, anlatmaya çalışması, sindirmesi... Aslında kendisinin kurtuluşu. Kurt Goldstein’in organizma kuramı geliyor burada aklıma. Kişinin kendini gerçekleştirme düşüncesinin ve kaygısının, aslında organizmayı yıkıma götürecek bir duruma karşı gösterdiği tepki. Yasir’in Çubuk’u bu kadar işlemesi, aslında onun var olma mücadelesinin bir parçası.
“Anlattıkça, konuştukça tükettiğin bir nokta oluyor. Tüketmeye çalışıyorum. Yaşayayım, tüketeyim, anlatayım, üreteyim. Oradan ders çıkartıp yeni şeyler üreteyim.” Böylelikle sürekli gelişen ve değişen bir yaratım süreci yaratıyor kendine.
I Am Waiting for Daddy to Buy Some Jelly Beans
Yasir’in “Şaheserim” olarak adlandırdığı bu çalışmasından bahsetmeden geçemeyeceğim. Şu ana kadar konuştuğumuz ve size aktarmaya çalıştığım Yasir’in sanata yaklaşımını daha net anlatabileceğini umuyorum:

Ahşap üzerine duvar boyası ve ekmek hamuru kullandığı bu çalışma, karmaşık bir baba-evlat ilişkisinin derinliklerine iniyor. Eserde, bir çocuğun babasına olan sevgisiyle babanın homofobik tutumları arasındaki çelişkili bağ açığa çıkarılıyor. “Ben onu çok seviyorum çünkü o benim babam ve babalar sevilir” açıklaması, babasının kendisinin celladı olduğunu anlattığı anın hemen ardından geliyor.
Bu çalışmayı babasının bir ayak parmağını kesmek üzere hastanede yattığı süreçte yapmış. Eserde, yatay pozisyonda dört parmaklı bir bacak babasını temsil ediyor. O dönemde, babasının yanında kimse yokken, onun yanında duran tek kişi kendisiydi. “Her gün kendime şunu sordum: ‘Ben bunu neden yapıyorum?’” diye anlatıyor.
Bir sürü sorgulamanın içindeyken, celladını hayatta tutmaya çalıştığını fark ediyor. Onun için mücadele ediyor, kendi hayatından ödün veriyor. Kendine bir cevap ararken, çocukken babasının işten çıktığında ona aldığı jelibonları hatırlıyor. “Aslında hastanede yanında durduğum baba, benim çocukken aradığım, hasretini duyduğum baba figürü. Hiç sahip olmadığım baba figürü için buradayım.” Celladı olan adam için değil, ona jelibon getiren baba için orada. Ona bakıyor, ona hizmet ediyor.
Babası ameliyat süreçlerinden geçtikçe, tablodaki hamurdan yapılmış bacak da küflenip yavaş yavaş yok oluyor. Kişisel deneyimlerinden yola çıkan bu çalışma, izleyicilerde farklı anlamlar buluyor. Yasir bu bağlamı anlatırken, bu spesifik olayı yaşamamış olsam bile bağ kurmaktan ve etkilenmekten kendimi alamıyorum. “Biliyorum ki, ben bunu yaşıyorum ama sen de yaşıyorsun. O da yaşıyor. Bundan çok eminim,” diyerek ortak insan deneyiminin derinliğine işaret ediyor.
Güvenli Bir Yerden Kendini Var Etmek
Deneyimlerini sadece çevresiyle paylaşmanın ötesinde işler yapmayı umuyor. “Türkiye’de yaşayan bir sanatçı olarak, bu siyasi ortamı, bu kültürel ortamı deneyimleyerek var oluyorum. Türkiye’de böyle çalışmalar üreterek Avrupa’da saygı görmek idealimdir,” diye açıklıyor. Onun için sanat, yalnızca estetik bir ifade değil; aynı zamanda toplumsal bir dönüşüm aracı. “Bu, Avrupa’daki insanların buraya bakış açısını değiştirecek küçük de olsa bir etkidir. Ufak da olsa çaba, çabadır. Bu beni motive eden şeylerden biridir.”
Toplumsal etkiyi sadece Avrupa’da yaratmayı değil, aynı zamanda buradaki insanları da harekete geçirmeyi istiyor. “Güvenli bir yerden kendimi var etmeye çalışıyorum,” diyerek bu hassas dengesini ifade ediyor. “Hedef olmaya gerek yok. Saldırılmaya hiç gerek yok. Çok fazla olsak bile ses çıkaran çok az insanız. Hemen bastırılabiliriz çünkü karşımızdaki gücün farkında değiliz. Hayatın içinde bir yerden bu aktivizmi yürütürsek, bunu var ederiz.” sözleriyle organik aktivizm olarak adlandırdığı direniş nasıl sürdürülebilir kıldığını anlatıyor.
“Sanatçı bilinçli bir şekilde ahlak yaratmaz. O, sadece varlığında kendini gösteren görüşü duymak ve bunu ifade etmekle ilgilenir,” diyen Rollo May’in sözleri, Yasir’in sanat anlayışını yansıtıyor. Sanatın toplumsal yapıyı şekillendirebilecek bir araç olduğunun ve bu aracaın doğru kullanılmasının öneminin altını çiziyor.
Yasir Yurtğlu, Gulyabani, 2023
Dönüşüm ve İçecek Bir Şeyler
Yazının sonuna gelirken, Yasir’i sizlere hak ettiği şekilde aktarabilmiş olmayı umuyorum. Dediğim gibi, bu objektif bir yazı olmadı ve açıkçası bunun için bir çaba da sarf etmedim. Yasir’in sanatını, kendi yaşadıklarını dönüştürme ve bu dönüşümle kendini var etme ve anlamdırma mücadelesi olarak görüyorum. Yasir’in, yoğun bir nefretle karşılaştığı bir yerden kaçma isteği beklerken, tam tersine oraya dönmesi ve bu bağı sanatıyla dönüştürmesini taktir ediyorum. Çünkü bu süreç, yüksek bir duygusal olgunluk gerektiriyor. Travmaları kabullenmek, onlardan kaçmamak ve onlarla birlikte var olmak... Bunlar kolay şeyler değil. Oysa Yasir, bu zorlukları bir direnç ve üretim kaynağına çevirmiş durumda.
“Bu yaşadıklarımın ardından içimdeki nefret artık zirveye ulaşmıştı; dolup taşıyordu.” diyor başka bir çalışmasını anlatırken. Aslında sanatta bu tür dönüşümleri ve yaklaşımları sıkça görürüz. “Büyük sanatçılar” dediğimiz isimlerden, varoluşsal problemlerini sanatlarına yansıtmalarını bekleriz. Ancak, aynı şehirde yaşadığımız, aynı çevrelerde bulunduğumuz bir sanatçının bunu yapması, bir şekilde daha etkileyici geliyor. Etrafımdaki birçok yaşıtım gibi, geçmişin ağırlığından kaçmak için farklı uyuşturma ve hissizleşme yolları aramak yerine Yasir, bu yükle yüzleşmeyi ve onu sanatı aracılığıyla dönüştürmeyi seçiyor.
Günümüz dünyasında, hislerden kaçışın bir norm haline geldiğini düşünüyorum. Yasir’in sanatına baktığımda, bu kaçışın ötesinde bir şey görüyorum. O, hislerin altında ezilmek yerine onları başka bir şeye dönüştürmeyi seçiyor. Gücü ve kontrolü yaşadıklarından alıp kendine veriyor. Resim ve performans sanatı, onun için bu dönüşümün araçları. Ama bu ifade, herhangi bir yaratıcı formda kendini gösterebilir. Belki de hislerimizden kaçmak yerine onlarla yüzleşsek, daha anlayışlı ve şefkatli bireyler olabiliriz. Belki de bu, daha uyumlu bir topluma giden bir yol olur diye umuyorum.
Nerdeyse bütün cumartesi süren sohbetimiz bitmeye yaklaşınca, hemen yan odasındaki atöylesine geçiyoruz. Duvarlarını yeni boyadığı odanın her yerindan çalışmalar, resimler ve boyalar çıkıyor. Bize linol baskı yapmayı gösterirken bir yandan çıkışta ne içsek diye konuşurken fark ediyorum:
Yasir’in sanatında hayata tutunma mücadelesini izliyoruz. Bu, kişisel bir direniş ve toplumsal bir mücadele. Ne yazık ki, insanlar nefret ve cehaleti seçtiği sürece bu tür mücadeleler devam edecek. Ancak, Yasir’in kendi yarattığı hayatına, evindeki yaşam dolu atölyesinde ve sanatına baktığımda, bugün onun kazandığını düşünmeden edemiyorum. Ve bu, bana tarif edilemez bir umut veriyor.
“Yeni bir gerçekliğe yaşam verenlerdir bunlar. İnsan bilincini genişletenler bu kişilerdir. Sanatçıların yaratıcılığı, bir insanın dünyada kendini var etmesinin en temel göstergelerinden biridir.” — Rollo May
prepainting olayı baya iyiymiş