top of page
DEMODE SİYAH LOGO_edited.png

Baudrillard ve Sahte İkona



“İmge dört evreden geçer:

  1. Gerçekliğin temel bir yansımasıdır,

  2. Temel gerçekliği maskeler ve bozar,

  3. Bu gerçekliğin yokluğunu gizler,

  4. Herhangi bir gerçeklikle bağı kalmaz: kendi saf simülakrı olur.”

    — Jean Baudrillard, Simulacra and Simulation, University of Michigan Press, 1994, s. 6. (Türkçe çeviri)


İmgelerin anlamı köreldikçe, onlar aracılığıyla kurguladığımız gerçeklik de çürümeye yüz tutar. Artık eski kudretine sahip olmayan gerçeklik hasta yatağındayken, imgeler, sağlığı fazlasıyla yerinde bir adamı simüle ederler. Sonunda gerçeklik ölürken imge, ceset kokusunu unutturacak bir tiyatro peşinde koşmaktadır. Bu şov zamanla öylesine inandırıcı ve ikna edici bir hal alır ki, seyirci bir aralar yaşamış bir gerçekliğin varlığını bile unutur. Baudrillard’a göre bu, simülasyonun son evresidir. Soruyorum öyleyse, simülasyon hayatımızı bütünüyle ele geçirdiyse, kendini ebediyen çoğaltarak yeniden ürettiyse, ve eğer ölmüş gerçekliğin yerini almakta başarılı olduysa, artık olmayanı saklamaya gerek var mıdır? Eskiden olanın olmuşluğu unutulunca onu arayan kimdir? Gerçeğin yokluğu bile fark edilemez bir haldeyken eksikliğini hisseden nasıl kalabilir?


Geçmişte fetişleştirilen, göklerde istirahat eden yüce fikirlerin yeryüzündeki temsilleri olduğuna inanılan imgeler, veya formlardı. Bunlar, Tanrı’nın tasviri olup insanlara doğrusal bir yol işaret ediyorlardı. Bu yol bir yere değil, anlamın kendisine çıkan bir çizgi görevi görüyordu.


İsa’nın, örneğin, Bizans ikonalarında tasvir edilişi birinci derece simülasyondu. Birinci derece, yani Temsiliyet: hakikatin sadık bir biçimde yansıtılmasıydı. İnsanlar Yüce’ye bu imgeler üzerinden ulaştıklarına inanıyorlardı. Tarihin akışı ise dünden bugüne, bugünden yarına bir anlam taşıyıcılığı üstleniyordu. Dönemlere ayrılmış, devrimlerin, galibiyetlerin ve yenilgilerin iz sürdüğü bir anlayıştan söz etmek mümkündü.


Ne değişti sonra? Kim çaldı kapıyı?


Anne, ben bakıyorum dedi insan ve kapı deliğinden kendini gördü. Bir elinde tırpanıyla gerçekliği o öldürmüştü: Tanrı ölünce beraberinde gerçekliği de götürmüştü.


Kendi temsillerimizle yarattığımız yokluk karşısında içimizi bürüyen çaresizlik, dermanını bu cinayetin üstünü daha fazla temsil ile örtmeye çalışmakta buldu.


“Gerçekliği temsil etmek onu öldürmektir.” - Baudrillard

Gerçek son nefesini verdiğinde ise zamanla unutuldu. Aşkınlığın yerini insanaltı düzeyde işleyen alışkanlık kodları aldı. Zaman hızlandı fakat yönünü kaybetti: Yoğunlaşmış, boş bir karadelik gibi doğrusal gidişatın yerini her şeyin “şimdi”de tüketimi aldı.


Eskiden Tanrı’nın dünyadaki iz düşümü olduğuna inanılan İsa ve Meryem tasvirlerinin kendileri bile, yerini kendinden öte bir anlama işaret etmeyen çoğaltılmış İsa meme’lerine ve Virgin Mary baskılı crop-top’lara bıraktı. Eski tasvirler kopyalanamaz, kendine münhasır eserler olarak görülürken, günümüz imgeleri tüketim çarkını döndüren partiküllerden birisi olarak, diğer elementlerden yalnızca mikro-detaylar ile ayrışan, vazgeçilebilir ve sınırsızca çoğaltılabilir unsurlar olarak yerlerini aldılar. Tarih, geçmişteki olayların dramatize edilmiş bir gösteri-tarih tekrarı, iktidar, muhalefetin varlığı ile karar alma yetisi olduğunu yutturmaya çalışan simülakrlara indirgenerek yok olmuşlardı bile…


“Simülasyon artık bir coğrafyanın, bir referans varlığın ya da bir özün simülasyonu değildir. Kökeni ve gerçekliği olmayan, modeller yoluyla üretilen bir gerçeklik; yani hipergerçekliktir.” - Baudrillard

Bu çalışmam birinci derecede simülasyonun (Temsil) kendini dördüncü derece simülasyona (Simülasyon) verme sürecinin popüler dini imgeler üzerinden çizilmiş bir portresi olarak ele alınabilir. Enjoy :)



ree

ree

ree

ree

 
 
 

Yorumlar


bottom of page